top of page

Rapor No.8 | İklim Değişikliği ve Çevresel Güvenlik

7 Oca 2025

Zülal Tuğba TAŞALTI

Stajyer, İklim Değişikliği ve Enerji Çalışmaları Merkezi

Giriş

Uluslararası İlişkiler Disiplininde hâkim bir bakış açısı olan Geleneksel Güvenlik Yaklaşımı’na bir eleştiri olarak 1980’lerin sonuna doğru bir ekol ortaya çıkmıştır. Kopenhag Okulu dediğimiz bu ekol, alternatif bir güvenlik anlayışının olması gerektiğini amaçlayan bir yaklaşım temelinde ortaya çıkmıştır. Bu ekol, devletin bekasını ilgilendiren askeri problemleri “yüksek politika”; bir başka önemli sorunlar olan göç, çevre, toplumsal problemler, salgın hastalıklar vb. gibi durumları “alçak politika” olarak adlandırılmalarına karşı çıkmıştır. Güvenlikleştirme kavramının yeniden tanımlanması gerektiğini öne sürmüşlerdir. Yüksek politikanın geri planında kalmış olan alçak politika içinde var olan sorunların da güvenliğinin son derece önemli olduğunun altını çizmişlerdir.


Güvenlikleştirme Kavramı

Kopenhag Okulu’na göre güvenlikleştirme, söylemsel süreçtir. Bu yaklaşım güvenlik kavramını “siyasi bir topluluk içinde değerli bir referans nesnesine yönelik bir tehdit olarak ele alınan ve bu tehdide karşı acil ve olağanüstü önlemler alınması çağrısına olanak sağlayan özneler arası bir anlayışın inşa edilmesi” olarak tanımlamıştır. (Buzan ve Waever, 2003: 491). Davranışın ve sözün arasında bir ilişki olduğuna dikkat çekmiştir. Yani “söylenenlerin kendisi de eylemdir” anlayışı çerçevesinde aktörlerin konuşma davranışını yaptıkları zaman sadece iletişim kurmak için değil de söylediklerinin bir metin niteliği taşıdığını da vurgulamışlardır. Kopenhag Okulu, güvenliğin inşasında eylem ve sözün arasında var olan ilişkiye odaklanarak kavramların daha da derinleşmesini ve genişlemesini sağlamıştır. Bu sayede iklim değişikliği ya da herhangi bir çevresel sorunun nasıl bir güvenlik sorunu olabileceğini göstermeye çalışmıştır.


Çevresel Güvenlik

Çevreye verilen zararlar yani çevresel tahribatlar insanlığın yerleşik hayata geçmesiyle başlamıştır. İnsanlık gittikçe gelişmiştir. Bu sürecin üstüne sanayileşmeyle birlikte tahribatlar gitgide büyüyerek çevreye zarar verme yoluna doğru gitmiştir. Fosil yakıtların tüketimindeki artış, nüfusun hızlı bir şekilde artması, insanların kendi istekleri doğrultusunda çevreyi istedikleri gibi kullanması gibi etkenlerden dolayı çevre baskılara maruz kalmıştır. Bu baskılar da çevresel değişimlerin yaşanmasına zemin hazırlamıştır. Çevre sorunları ekosisteme, devletlere ve dünya üzerinde yaşayan toplumlara zarar vermeye başlamıştır. Yaşanan bu olumsuz etkiler beraberinde çevre konularını güvenlik bağlamında ele alınmasının önemine dikkat çekmiştir.


Birleşmiş Milletler Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu, 1987 yılında “Ortak Geleceğimiz” adlı bir rapor yayınlamıştır. Bu rapor çevresel sorunların devletler arasında büyük ve ciddi krizlere neden olabileceği üzerine yazılmıştır. Çevre ve ulusal güvenlik kavramları arasındaki ilişkiye dikkat çeken ilk ulusal belge olma niteliğine de taşımaktadır. Yaşanan Soğuk Savaş dönemi sonrasında Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO), 1991 Stratejik Konsepti’nde güvenlik kavramı için yapmış olduğu tanımı genişletmiştir. Siyasi, ekonomik, sosyal olarak bilinen güvenlik tanımına “çevresel” faktörü de eklenmiştir. Tüm dünyanın gündemine oturan çevre ve güvenlik ilişkisi gittikçe gelişmeye başlayan yepyeni bir konu haline gelmiştir.


İnsanlığın çevreye yönelik yaptığı her türlü tehdit çevresel güvenliğin kapsam alanına girmektedir. Çevresel güvenliğin sağlanması için sürdürülebilir bir düzen getirerek çevreye yönelik tehditleri azaltmaya çalışmak amaçlanmıştır. Bu tanımlar ışığında çevre güvenliğini temel olarak 6 başlık altında ele alınmıştır. Bu başlıklar, a) insan faaliyetlerinin çevre üzerindeki etkisine odaklanan “ekolojik güvenlik” çalışmaları, b) iklim değişikliği gibi küresel sorunlara neden olan ve uluslararası ortak güvenlik çıkarları nedeniyle ortak eylem gerektiren “ortak güvenlik” çalışmaları, c) ekolojik düzende oluşan değişimlerin “şiddet içeren çatışmalara” dönüşüp dönüşmediğini inceleyen çalışmalar, d) çevresel bozulmaların örneğin devletlerin ekonomilerine olan olumsuz etkilerini “ulusal güvenlik” açısından ele alan çalışmalar, e) savaş ve çatışmalarda “silahlı kuvvetlerin” çevre üzerinde neden olduğu tahribata odaklanan çalışmalar ve f) çevresel değişimlerin “insan refahına” olan etkilerini inceleyen çalışmalardır (Barnett, 2017: 193-203). İklim değişikliği, yazmış olduğum bu temel başlıkları kesiştiren en önemli kavramdır.


İklim Değişikliği ve Güvenlik

İklim değişikliği, doğal süreçlerin ve insan faaliyetlerinin atmosfer düzenini bozması sonucunda uzun vadede iklimde düzensizliklerin ve değişikliklerin yaşandığı durumdur (United Nations, 1992: 3). İklimde yaşanan değişikliğin en temel sebebi de küresel olarak artan sıcaklık artışıdır. Bu sıcaklık, insanların doğaya saldığı sera gazı emisyonlarıdır. Çevreye verilen zararlarla birlikte insan yaşamını da olumsuz anlamda etkilemektedir. İklim sistemindeki yaşanan değişiklik yüzünden dolayı sıcaklık artmakta, sıcaklık arttıkça da deniz seviyesi yükselmesi, buzulların erimesi ve yeryüzünde aşırı hava olayları yaşanmaktadır. Çevrenin dengesi kısaca bozulmaya başlamıştır.


Her ülkenin iklim değişikliğine karşı aldığı önlemler farklıdır. Çünkü iklim değişikliği her ülke hatta her bölge için farklı anlamlarda risk oluşturur. Uluslararası siyasette iklim değişikliği ve güvenliği konusu 2000’li yıllardan itibaren önem kazanmaya başlamıştır. Örnek olarak; İngiltere Dışişleri Bakanı Margaret Beckett, 2006 senesinde Berlin’de yaptığı konuşmasında iklim değişikliğinin bir uluslararası güvenlik konusu olduğunu belirtirken “iklim güvenliği” kavramına konuşmasında yer vermesiyle bu kavramları birlikte kullanan ilk devlet yetkililerinden birisi olmuştur (Trombetta, 2008: 595, 599). 2011, 2018, 2019 ve 2020 yıllarında BM Güvenlik Konseyi’nin resmi tartışma konularından biri iklim değişikliğinin uluslararası barış ve güvenlik üzerindeki etkileri olmuştur (Scott, 2015; McDonald, 2020; UN Security Council, 2020). Bununla birlikte 2009 yılında iklim değişikliği ve güvenlik tartışmasına yer veren Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda, iklim değişikliğinin sonucunda olası güvenlik etkileri olduğunu kabul eden bir kararı onaylamıştır. (Scott, 2012).


Deniz seviyesinin artması ve sıcaklık değerlerinin yükselmesi bazı ülkelerde daha fazla hasara yol açmıştır. O bölgelerde yaşayan insanların yaşam alanlarını yok ederek varoluşsal bir sorun haline gelmiştir. Toprak bütünlüklerine ve egemenliklerine yani “ulusal güvenliklerine” büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Yeni Zelanda, Tuvalu, Avustralya ve Kiribati gibi ada ülkelerinde bu durum görülmektedir (IPCC, 2018; Barnett, 2003; McDonald, 2013; 2020). İklim değişikliğiyle mücadele etmede ulusal askeri güçlerin rolü son derece önemlidir. 2019-2020 yıllarında yaşanan Avustralya orman yangınlarında Avustralya ordusunun insani yardım ve afet yardımı sağlamak amacıyla görevlendirilmesi örnek olarak sayılmaktadır (McDonald, 2020).


Çevresel Güvenlik ve Sürdürülebilirlik

Toplum, çevre ve ekonomi arasındaki dengeye kısaca sürdürülebilirlik denir. Yeryüzündeki yaşamı tehlikeye atmadan mevcut ihtiyaçlarımızı karşılamaktır. Sürdürülebilirlik kavramının önemli hale gelmesini sağlayan ilk olay 1987 senesinde yayınlanan Brundtland raporudur. Rapor sürdürülebilir kalkınmayı ise “Nesillerin ihtiyaçlarını karşılamayı tehdit etmeden mevcut neslin ihtiyaç ve beklentilerini karşılamayı amaçlayan kalkınma” olarak tanımlanmıştır. Ekonomik gelişmelerle birlikte yaşanan çevresel tahribatların büyük bir sorun olabileceği konusunda uyaran ve hızlı nüfus artışından dolayı çözüm önerileri sunan ilk metin olmuştur.


Birleşmiş Milletler 2016 senesinde daha sürdürülebilir bir geleceğe ulaşmak amacıyla “Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerini” yayınlamıştır. 2018 yılında AB Komisyonu, Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ne ulaşılabilmek adına yapılması gereken altı adımı sıralamıştır:

1. Talebi azaltarak, sorumlu tüketim ve üretim ile az kaynakla daha fazlasını yapmanın önemi, döngüsel bir ekonomi modelini benimsenmesi,

2. Enerji endüstrisinin karbondan temizlenmesi, herkes için temiz, sağlıklı ve uygun fiyatlı enerji sağlanması,

3. Tarımsal verimliliğin artırılması ve et tüketiminin azaltılmasıyla elde edilebilecek verimli ve sürdürülebilir gıda sistemlerinin oluşturulması ve biyosfer ve okyanuslar korunurken herkes için gıda ve temiz su sistemlerinin yaratılması,

4. Akıllı şehirler oluşturulması. Yerleşim kalıpları, akıllı altyapının sağlanması ve internet bağlantısı yoluyla yapılabilecek, nüfusun ve çevrenin iyiliği için kentsel dönüşüm planlanması,

5. Dünyanın bilgi teknolojisinin sürdürülebilir kalkınmasını desteklemek için inovasyonda dijital bir devrime öncülük edilmesi gibi hedeflerdir.


Sonuç

Biyolojik yaşamın devam edebilmesi için dünyamızı korumak zorundayız. Ekolojik dengenin bozulması milyonlarca canlının ve ekosistemin hasar almasını sağlar. Ayrıca ozon tabakasının zarar görmesiyle de birlikte insan sağlığını etkileyen durumlar ortaya çıkmaktadır. Küresel ısınmayı olabildiğince azaltmaya çalışmak durumundayız. Birey tek başına elinden geleni yapsa bile büyük şirketler de çevreye minimum düzeyde hasar vermeye çalışmalıdırlar. Devletin de üzerine düşeni yapması beklenmektedir. Eğer yapılmazsa ulusal güvenlik sorunlarına yol açmaktadır.


Kaynakça

Kaya Sönmez, Sezen & Ilgit, Asli. (2021). İklim Değişikliği ve Çevresel Güvenlik: Türkiye Örneği, Climate Change and Environmental Security: The Case of Turkey.


Vural, Ç. (2018). Küresel İklim Değişikliği ve Güvenlik. Güvenlik Bilimleri Dergisi, 7(1), 57-85. https://doi.org/10.28956/gbd.422726


https://uliwiki.org/index.php?title=%C3%87evresel_G%C3%BCvenl

Haber Bültenimize Kayıt Olun!

Güncel haberler ve duyurularımızdan haberdar olmak için haber bültenimize kayıt olabilirsiniz.

Teşekkürler!

bottom of page