3 Oca 2025
Pelin SÜRENOĞLU
Stajyer, İklim Değişikliği ve Enerji Çalışmaları Merkezi
Giriş
Göç, çeşitli sebeplerle insanların yaşadıkları alanı değiştirmek amacıyla oluşturduğu hareketlilik olarak tanımlanır. Göç terimi çoğu zaman zıt kavramların üzerinden karşılaştırma yapılarak açıklanmaya çalışılan karmaşık bir olgudur. Aslında insan hayatını şekillendiren ve insana bağlı bir kavram olarak düşündüğümüzde tanımlar arasında kesin ayrımların yapılamadığını görebiliriz. Göç kavramı temel anlamda teorik olarak zorunlu veya gönüllü göç olarak ayrıştırılmaktadır. Bu ayrımın yapılmasında göç oluşumundaki itici ve çekici faktörlerin, karar verme sürecindeki farklılıkların ele alındığını görebiliriz. Göçmenlerin zorunlu göç kategorisinde olması onların bazı zorlayıcı faktörler sebebiyle yer değiştirmek zorunda bırakılması anlamına gelir. Bunlar iklim krizi, savaş, doğal afetler, ekonomik krizler, salgın hastalıklar olabilir. Bu durumda genellikle hem göçmenler hem de göç edilen ülkeler açısından beklenmedik bir durumdur ve büyük sorunlar oluşturabilir. Çevre sorunları arasında etkilerini giderek daha çokhissettiğimiz iklim krizi sonucu oluşan göç de birçok ülke gündeminde kriz oluşturan bir durumdur. Ayrıca zorunlu göç ile göçmenlerin statülerinin belirlenmesi ülkeler arasında uluslararası boyutta nasıl bir değerlendirme yapılacağını etkiler. Mülteci uluslararası hukukta belirli hakları korunan göçmen statüsü olarak tanımlanırken sığınmacı henüz statüleri tanımlanmamış durumdaki kişiler için kullanılır (UNHCR). Bu anlamda uluslararası hukuk ve ulusal hukuk arasında da bir uyuşmazlık oluşmaktadır. BM in tanımlamasında uluslararası göç olgusunun gerçekleşmesi için göç eden kişinin en az bir yıl boyunca orda yaşaması şartı bulunmaktadır. Ayrıca 1951 Cenevre Sözleşmesinde zorunlu göç tanımı yapılırken iklim değişikliği sebebiyle ortaya çıkan sebepler bu tanımlamada yer almamıştır. Amsterdam antlaşmasıyla birlikte göç ulus üstü bir alanda değerlendirilmeye başlamıştır (Akçay, 2022). Ortak olarak pek çok ülke gündeminde yer alan iklim değişikliği kaynaklı değişimler örneğin kuraklık, olağandışı hava olayları, salgınlar, deniz seviyelerinin yükselmesi tüm dünyayı ilgilendiren evrensel sorunlardır. Bu sebeple birleşmiş milletler ve uluslararası kuruluşların katılımıyla oluşturulan 1992 yılındaki BM çevre kalkınma konferansı sonrasında 1997’deki Kyoto Protokolü iklim değişikliği hakkındaki ortak bir algının oluştuğunun göstergesidir. Kyoto Protokolü iklim değişikliğine ilişkin uluslararasında yapılan antlaşmaların temelinde bulunur ve küresel ısınmaya yol açan emisyonun azaltılması hedefini içerir (Karaman, 2022). Kyoto protokolü 2015 yılında yürürlüğe girebilmiştir. Sonrasında 2015 yılında küresel ısınmaya ilişkin uluslararası düzeyde alınan kararları içeren Paris Antlaşması imzalanmıştır. İklim değişikliğini önlemek hedefiyle oluşturulan bu antlaşmalar yanında iklim değişikliğinin yol açtığı iklim göçlerine ilişkin bazı politikalar oluşturulmuştur.
Literatür Taraması
Literatürde iklim değişikliği ve göç kavramlarının ilişkisi birçok farklı kaynakla desteklenmiştir. Bu iki kavramın yol açtığı toplumları ve devletler arasındaki ilişkileri etkileyen bazı boyutlardan bahsedilmektedir. Uluslararası göç örgütünün açıklamasına göre iklim değişikliği temelli göçün dört unsurundan söz edilmiştir. Bunlar artan nüfusu ve doğal koşullardaki bozulma, gıda ve suya olan ulaşımın olumsuz etkilenmesi ile ortaya çıkan kaynak yetersizliği, üçüncüsü su seviyesindeki yükselmesinin ada ülkeleri ve çevresindeki yaşam alanları tehdit etmesi ve dördüncü olarak da doğal kaynakların azalmasının yol açtığı rekabet ortamıdır (Akçay, 2022). İklim göçünün ülkeler arasında yarattığı etkiler de bazı boyutlar altında birleştirilebilir. Bunlar;
Güvenlik
Güvenlik kavramı genel olarak tehditlere karşı korunma anlamına gelir. Göçmenler üzerinden baktığımızda Kopenhag okulu toplumsal güvenlik sisteminde göçmenlere ilişkin iki durumdan bahseder. Bunlardan ilki iklim göçmenlerinin entegrasyon sürecinde oluşturulacak politikalar ayrıca ulusal ve uluslararası ölçekte iklim göçmenlerinin tehdit oluşturmaması amacıyla iklim değişikliğine yönelik politikalar olarak ayrılmıştır (Özerdem & Barlas, 2021). Ayrıca iklim göçmenlerinin durumu zamanla insani açıdan ele alınmış, bireysel güvenlik açısından önemli olan 1994 de BM tarafından insani kalkınma raporu yayınlanmıştır. Bu raporda genel olarak göçmenlerin sosyal hayat içerisindeki sorunları ele alınmıştır. Geleneksel anlamda güvenlik teorileri iklim göçü olgusuna devletler arası bir bakış açısıyla bakmaktadır. Genellikle kitlesel bir zorunlu göç olan iklim göçü göç edilen ülkedeki insanlar arasında bir belirsizlik durumu olarak görülür ve iklim göçmenleri de tehdit olarak algılanmaktadır. Toplum göçmenler sebebiyle toplumsal kimliğin, yapının, geleneklerin değişeceğini düşünmektedir. Ayrıca İklim göçmenlerinin suç oranlarının artışında etkili olacağına ilişkin bir yaklaşın ortaya çıkmaktadır. Ayrıca göçmenlere yönelik izlenen dış politikaları değerlendirdiğimizde güvenlik açısından göçmen karşıtı politikalar görülebilmektedir. Bu anlamda ülkelerinin gelen göçmenlere karşı sınırlarını korumak amacıyla duvar örmek, Tel çekmek veya yakalananlara karşı şiddet uygulamak gibi örnekler haber kaynaklarında yer almıştır. (Dalgakıran, 2018). Örnek olarak Amerika Birleşik Devletleri’ne Orta Amerika’dan gelen kitlesel göçün karşısında Donald Trump, ABD-Meksika sınırında bir duvar örülmesine yönelik girişimde bulunmuştur (Özerdem & Barlas, 2021).
Rekabet
İklim krizinin yol açtığı doğal kaynakların azalmasıyla birlikte ülkeler uluslararası düzeyde önemli konumda kalabilmek için kaynakları kendi çıkarlarına yönelik kullanmaya çalışmaktadır. Yaşam alanlarının iklim değişikliğiyle tahrip olması ve kaynakların azalması rekabet ortamını arttırmaktadır. Ülkeler arası yapılan antlaşmalar bazı koşullardaki değişiklikler sebebiyle yeniden düzenlenmek zorunda kalabiliyor. Ayrıca yapılan antlaşmalarda gelişmiş ülkelerin çıkarlarına öncelik verilmesi esas olarak iklim değişikliğinden etkilenmekte olan ülkelerin bu mücadele süreçlerinde antlaşmalarda yeterince rol alamamasına sebep olmaktadır. Bu sebeple iklim değişikliğine ilişkin farkındalık ve temel anlamda odaklanılması gereken problemler rekabet ortamı içinde geri planda kalmaktadır. Örneğin Kyoto Protokol’ünde yer alan ülkelerin sera gazı emisyonu azaltma yükümlülükleri birinci döneminde yer alan ABD, Rusya, Japonya gibi sera gazı emisyonunda önemli etkileri olan bazı ülkelerin ikinci dönemde bir yükümlülük almaması önemli bir sorun olduğunu ortaya koymaktadır (Selçuk, 2023).
Ekonomi
İklim krizi sebebiyle ortaya çıkan olumsuzluklar o bölgedeki yaşamı olumsuz etkilemekle birlikte genellikle geçim kaynaklarını da etkiler. Örneğin Çad Gölü Havzasında iklim değişikliğinin ortaya çıkardığı kuraklık sebebiyle o bölgedeki insanların temel geçim kaynağı olan gölün küçülmesi sebebiyle ekonomik anlamada kriz ortaya çıkmıştır. Bu bölgedeki insanlar çevredeki üç farklı ülkeye göç etme durumda kalmıştır (Özerdem & Barlas, 2021). Bu bakımdan yeni bir yaşam alanı ve ekonomik kaynak bulma amacıyla göç eden kişiler göç edilen ülke ekonomisinde de belirli bir etkiye yol açmaktadır. Ülkelerin bu yönde izlediği politikalar ekonomide yaşanan kaynakların kullanımı sıkıntıları azaltmaya yönelik olmaktadır. Ülkelerin göçmen işçilerle ilgili politikaları genel olarak ekonomik kalkınmaya katkı sağlayacak şekilde ihtiyaç duyulan alana yönelik olarak geliştirilmelidir.
Sonuç
İklim değişikliği ve göç arasındaki bağlantının anlaşılması sürecinde yapılan çalışmalarda iklim krizinin yarattığı sorunların göç hareketliliğinin de üstünde olabileceğini göstermektedir.1990 hükümetler arası iklim değişikliği panelinde buna ilişkin beklenti belirtilmiştir. (Özerdem & Barlas , 2021) iklim İklim krizinin önemli sonuçlarından etkilenen iklim göçmenlerinin yaşadıkları durumun ülkeler açısından ortak bir anlayışla algılanamadığı ortaya çıkan belirsizliklerin ve uzayan statü süreçlerinin insani boyutuyla göçmenleri büyük ölçüde olumsuz etkilediği görülmektedir. İklim göçlerinin önüne geçebilmek için küresel ölçekte genel olarak iklim krizini önlemeye yönelik ortak kararlar alınabilmiş ve bu amaçla pek çok anlaşma oluşturulmuştur. Ancak iklim değişikliğine ilişkin uluslararası örgütlerle birlikte alınan kararların yeterince uygulanamadığı ve gerekli önlemlerin alınamadığı iklim krizinin yarattığı sorunlardaki artışın devam etmesi ve birçok geri dönülemez sonuca yol açmasından görülmektedir.
Kaynakça
Akçay, S. E. (2022). Güneşin Altında Gölgede Kalanlar: İklim Mültecileri. EURO Politika, (15), 60-66.
Dalğakıran, E. (2018). Uluslararası İlişkilerde Göç: Olgular, Aktörler ve Politikalar.
Karaman, F. M. (2022). Türkiye’nin Taraf Olduğu İklim Anlaşmalarının Karşılaştırmalı Analizi ve Olası Etkileri (Master's thesis, Kapadokya Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim, Öğretim ve Araştırma Enstitüsü).
Özerdem, F., & Barlas, B. (2021). Kopenhag Okulu Çerçevesinde 2020 ve Sonrası Dünya Politikasının Yeni Sorunu: İklim Değişikliği ve İklim Göçmenleri. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (41), 273-302.
Selçuk, S. F. Uluslararası İklim Değişikliği Anlaşmaları ve Türkiye’nin Tutumu. Ulusal Çevre Bilimleri Araştırma Dergisi, 6(1), 9-19.